Tiyatro sanatında oyuncunun yöntem arayışı ve sınıfsal çelişkileri

Burjuvazi kendinde ve sanatında devrimciliğini yitirirken, sanatın kaynağı olan toplumsal yaşantıyı da çürütmüştür. Öte yandan hayat durağan değildir ve üretici güçler sınırlarını aşma güdüsüyle ilerlediğinden kültür ve sanat da günümüzdeki yeni estetik dilinin oyunculuktaki yaratımlarını bekliyor. Bu dil kültürel hegemonya mücadelesinde yöntem arayışlarının da bir parçası olacaktır.

Oyunculuk sanatına dair tarihte ilk bilinçli ve bilimsel yöntemi ortaya koyan ve bu denemelerini gerçekçi bir anlayışla inceleyen Konstantin Stanislavski olmuştur. Bu dönem, modern kapitalist sistemin dünya sistemi olarak yerini aldığı ve bu sistemin egemen sınıfı burjuvazinin kendi kültürel hegemonyasını oluşturmaya başladığı bir döneme denk düşer. Aynı zamanda bu dönem, burjuvazinin karşıtı işçi sınıfının da daha görünür ve hegemonya mücadelesinde iddialı olduğu döneme girilen bir tarihsel süreçtir. Bu dönemler burjuvazi ve işçi sınıfının öncülerinin iktidar mücadelesinde kendi gerçekliklerini insana dair her alanda yeniden ürettikleri olgu ve kavramların sınıflar arasında çok hızlı geçiş yaşadığı bir dönemdir. Böylesi hareketli ve çelişkilerin yoğun olduğu bir dönemde, Stanislavski geçmişin tüm birikimlerini de süzerek oyunculuk sanatına dair metot arayışlarına girişmiştir.

Bu serüven, bir ihtiyaca; yani hayatın hızlı geçişkenliğindeki gerçekliği sahne üzerinde yeniden üretmenin ihtiyacına denk düşerken, bunu tiyatronun olmazsa olmaz unsuru oyuncu üzerinden denemiştir. Gene aynı döneme denk gelen ve sınıfsal konumlanış üzerinden seyircinin de yeniden üretimine ve farkındalığına odaklanan Bertolt Brecht‘in tiyatro sanatına katkılarını görürüz. Brecht daha çok değişim üzerine odaklanır ve hayatın diyalektik serüvenine estetik vurgular yaparak var olan gerçekliğin yabancılaştırılması ile gerçekliğin yeniden yorumlanması için kapılar sunar. Brecht oyunculuk çalışmalarında özellikle “gestus” yönetimi ile oyuncu “ben” ile rol “ben” arasındaki ilişkiye seyircinin de dâhil olmasını sağlar. 

Bahsedilen dönem ve ardından gelen oyunculuk sanatındaki arayışlar bir gerçekliğin alımlayıcısı ile buluşması ve yeniden üretimine yönelik yeni bir ilişkinin ortaya çıkması kaygısı olmuştur. Bir sorun vardır ve bu soruna dair gerçeklik bize yeterli cevabı veremez, vermez ve gerçeklik sahne üzerinde oyuncu üzerinden yeniden yaratılacaktır.

Oyunculukta hangi metot olursa olsun oyuncunun kendisi üzerinden kendinde yarattığı “diğeri” ile girdiği ilişkinin gerçekliğinin sınıfsal bir zemini vardır. Bu sınıfsal zemin, oyuncunun ve diğerinin sahne ile (diğerleri, nesneler ve yaratıcı diğer unsurlar, vs.) kurduğu ilişkide de geçerlidir. Bu ilişkinin sınıfsal zemini yaratım serüveninde göz ardı edildiğinde gerçeklik ilişkisi oyunculuk yöntem-metotları açısından da kendini tekrar eden farklı biçim denemelerinin ötesine geçmeyecektir.

Oyunculuk yöntemine sınıfsal zeminden bakmak açısından belki Brecht örnek verilebilir ancak Brecht’in epik-diyalektik yöntemi de dâhil post-modern dönemin oyunculuk yöntemlerine doğrudan işçi sınıfının penceresinden bakarak gerçekliğin oyunculuktaki estetiğinin yeniden düşünülmesi sağlanabilir.

Oyunculuk yöntemleri ve sınıfsallık başlığında kastedilen açıkçası işçi sınıfının yani hayatı yeniden üreten çoğunluğun kültürel ve estetik olarak oyunculuk sanatına yansımasıdır. Bugüne kadar ortaya atılan sorunlu gerçekliğin alımlayıcıya ulaşmasında kullanılan yöntemlerin burjuva egemen kültür ve estetiğinin kullanılarak sorunun alımlayıcı ile tartışmaya açılması ve buradan sanatsal bir praksis yaratmak olmuştur. Bu tartışma her nasıl bir yöntem olursa olsun felsefesi ile de burjuvazinin estetik sınırları ve ilericiliği kadardır. Tarihsel olarak kendi ilericiliğine ihanet eden burjuvazi, egemen olduğu sanat alanında da gerçekliğin değişip-dönüşmesi karşısında birincil engel olmuştur. Bu durumda sahnede işçi sınıfının kültürü-estetiği yeni yöntemlerin ve ilişkilerin kaynağı olacaktır. Bu ilişki biçimi de diyalektik bir ilişki biçimi olacağı gibi birbirini hem yeniden kuracak hem de yeniden yeniden yaratacaktır.

Yukarda belirttiğim akla gelebilecek modern dönemin örneği olarak Brecht’in ve post-modern yöntemlerin yeniden düşünülmesinden kastımız da günümüzde bir taraftan burjuvazi kendinde ve sanatında devrimciliğini yitirirken diğer tarafta da sanatın kaynağı olan toplumsal yaşantıyı da çürütmüş olmasıdır. Buna karşılık diğer taraftansa hayat durağan olmadığından ve üretici güçler sınırlarını aşma güdüsüyle ilerlediğinden kültür ve sanat da günümüzdeki yeni estetik dilinin oyunculuktaki yaratımlarını bekliyor. Bu dil kültürel hegemonya mücadelesinde yöntem arayışlarının da bir parçası olacaktır.

Bu noktada oyuncunun yaratım serüveni işçi sınıfın içinden, katkı koyacağı sınıfın kültüründen doğacaktır. Oyuncu-ben ile yaratıcı diğer unsurların hem kavramsal yeniden tanımlanması hem de ilişki biçimi Platon’un mağara alegorisindeki gölgenin kaynağına yani ateşe dönme iradesini gösteren cesur sanat işçilerinin elinde gerçekleşecek.

Hasan Tanay

1976 yılında Ankara’da doğru. 1995 yılında amatör olarak başladığı tiyatro serüveni 1999 yılında Anlara Sanat Tiyatrosu’nda profesyonel olarak devam etmiştir. Daha sonraki yıllarda çeşitli tiyatrolarda oyuncu, yazar ve yönetmen olarak tiyatro alanında üretimlerini sürdürmüştür. Yazmış olduğu çocuk ve yetişkin oyunları bağımsız-özel tiyatrolarda sahnelenmiştir. Belli dönemlerde dizi, kısa film çalışmalarında oyuncu olarak yer almıştır.