COP 28’in ardından

Belki biliyorsunuzdur, bizler günlük yaşantımıza devam ederken “büyüklerimiz” gezegenimiz ve geleceğimiz adına her sene bir araya gelip, muhabbet ediyorlar ve “bunları bunları yapmaz isek gezegenimiz canlılar için yaşanmaz hale gelecek” diyerek birbirlerinden ayrılıyorlar ta ki bir sonraki sene yine aynı başlıklar üzerinden tekrar tartışmak üzere bir araya gelene kadar…

Yaşam hakkımız ne zaman politik oldu sorusu bir yana büyük şirketlere/devletlere sözü geçmeyen bu insanlar her sene sonuçsuz kalan bu toplantıları neden yapıyorlar? Sanırım bu da basit bir şekilde bizim gazımızı almak ve gezegenimizi “kurtarmak” için bir şeylerin yapıldığını göstermek için diye cevaplanabilir.

Geçtiğimiz senelerde karbon ayak izimizi azaltmalıyız diye bir sonuç çıkmıştı. Bunun için de eğer azaltamıyorsak o zaman karbonu iade edelim gibi bir “çözüm” ile bizi ağaç dikerek soruna çare bulunabileceği yanılsamasına düşürdüler. Yani ben üretime tam gaz devam ederim ama yerine üç ağaç dikip bu arayı kapatabilirim gibi bir yanılsama. Biraz düşününce sanki mantık doğru gibi. Hatta sadece matematik hesabı yapılırsa hak bile verilebilir bu denkleme. Tabi ekolojik ve kültürel dengeyi korumayı göz önünde bulundurmazsak…

Bu sene de “fosil yakıtlardan “uzaklaşma” çağrısı” yapıldı. Henüz fosil yakıtların tamamen yasaklanması söz konusu olamayabilir tabii ki -bu anlaşılabilir- ama geçiş sürecinde nelerin yapılıp yapılmayacağı yine büyük şirketlerin inisiyatifine bırakılmış durumda görünüyor. İşte bu noktada “greenwashing” dediğimiz yani şirketlerin kendilerini mümkün olduğunca yeşil üretici gibi göstermeleri devreye giriyor. Üretimimizden kısmıyoruz ancak bazı rakamlarla oynayarak kendimizi çevreye duyarlı üretim yapıyor gibi gösterebiliyoruz diyebiliyorlar.

Peki, bütün bunlar olurken halk olarak biz ne yapıyoruz? Kimimiz bu haberleri sıradan bir ajans haberi gibi dinlerken, kimimiz de eko-anksiyeteye kapılıp daha az tüketmeliyim, gezegenimizi korumak benim ellerimde diyerek kaygılarla boğuşuyoruz. Öncelikle büyük şirketlerin ve politikacıların üzerimize yıktığı birey olarak bizi anksiyeteye sürükleyen bu algıdan kurtulmamız gerekli -tabii ki birey olarak sorumluğumuzu ve etkimizi unutmadan. Bireysel çabamız devam ederken büyük resimde neler olduğunu da iyi gözlemlemek ve ona karşı bir eylemde bulunmak da gerekli. Bu bir uçak yolcuğundan vazgeçmek de olabilir, ikinci bir kazağı almamak da olabilir ama her defasında tüm eylemlerimizin sorumluğunu almalıyız.

Sanırım özetle yaptığımız eylemlerin sorumluğunu almak, dünyadaki kaynakların sınırlı olduğu gerçeği ile yüzleşmek ve attığımız her adımı bunun bilinci ile atmak bizi kaçınılmaz sona giderken biraz daha yavaşlatır. Bireysel olarak etkimizi göz ardı etmeden ama olayın bizim dışımızda oynanan bir oyun olduğunun da idrakine vararak örgütsel mücadeleyi de yaygınlaştırmalıyız. Bu mücadele kimi zaman bir ormanı kurtarmak için de olabilir, kimi zaman bir kültür varlığını korumak için de…

Seher Gümüş

2007 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Gıda Mühendisliği bölümünden mezun oldu. 2010 yılında aynı alanda yüksek lisans yapan Gümüş aynı zamanda 2012-2015 tarihleri arasında University College Cork/İrlanda, Montpellier/Fransa'da sürdürülebilir tarım alanında yüksek lisansını tamamladı. Sürdürülebilir tarım alanında çalışmaya devam etmektedir.